İlahi Takdir Nedir?
52 surede 107 ayette haber verilen 26 ana direk üzerine bina olunan kader nedir? Önce bir âyeti celilenin esbâbı nüzulünu inceleyelim. Esbab, yani bu ayet hangi sebepten dolayı indirilmiş konuya oradan başlayalım. Hazreti Ebu Hureyre (ra.) anlatıyor; Kureyş müşrikleri peygemberimizle birlikte bulunduğumuz meclise gelerek Rasulullah (sav.) ile kader hususunda tartışmaya koyuldular. Onlarla tartışma bitip onlar gittikten sonra Esteuzibillah, Yevme yushabune fin nari ala vucuhihim, zuku messe sekar. İnna kulle şey'in halaknahu bi kader (Kaderi inkar edenler) O gün yüzleri üzere ateşe sürüklenirler. Kendilerine sekar cehenneminin çarpmasını, dokunmasını tadın denilir. Muhakkak ki biz her şeyi bir kaderle bir ölçü ile yarattık. (Kamer,48-49.) ayeti celileleri nüzul oldu. İkinci delil olan âyeti celileyi ise Esteuzibillah, Vellezi kaddera. O rabbin ki her şeyi ölçü ile yaratandır. (Ala,3.) Üçüncü delil, Esteuzibillah, Fe kaderna fe ni'mel kadirun. Bunu biz takdir ettik. Ne güzel takdir edenleriz biz. (Murselat,23.) Bu 4 ayeti celileden sonra rabbimiz şimdiki okuyacağımız 2ayette biraz daha ayrıntıya girerek her şeyi o kadar hassas bir miktar ve ölçü ile hesapladığını bize duyuruyor. Bu konuda önümüzü açıp nurani bir aydınlığa kavuşturuyor. Esteuzibillah, ve kullu şey'in indehu bi mıkdar. Onun katında her şey ölçü iledir. (Rad,8.) Beşinci delil Esteuzibillah, kad cealallahu li kulli şey'in kadra. Allah her şey için bir miktar tayin etmiştir. (Talak,3.) Altıncı delil, Esteuzibillah, ve halaka kulle şey'in fe kadderahu takdira. O Allah her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre mukadderatını takdir etmiştir. (Furkan,2.) Yüce rabbimiz her şeyi en ince ayrıntılarına kadar hesaplanıp takdir edildiğini bu ayeti celilelerde bize bildirmiştir. Kuranımızda kaderle ilgili 107 ayet vardır biz ancak bu gün için bu kadarını alabildik.
Şimdi bu 6 ayetin ışığında hem Rasulullahtan elimize ulaşmış 25 tane hadisi şerifler yoluyla hem de o hadisi şeriflerden ulemamızın çıkardığı hükümlerin akaid inancımızı temeline doğru biçimde oturtması yönüyle konumuza devam edersek,
Kader Nedir?
Allah (c.c.) ın Ezelden ebede kadar olmuş-olacak bütün şeylerin zamanını, mekanını, sıfatlarını, hususiyetlerini, her türlü özelliklerini bilip ezelde takdir ve tahdit etmesine kader denir. Kader ilahi ilimden çıkmış bir programdır. Biz rabbimizin zâtını göremeyeceğimiz için onu sıfatlarından tanırız. Rabbimizin 6 tane zati sıfatları, 8 tane subuti sıfatları, 8 tane fiili sıfatları vardır. Bunların bir diğer adı da manevi sıfatlardır. Subuti sıfatlarının birincisi diridir anlamına gelen hayattır. Cenabı hak bu kader programlamasını ilim sıfatı ve ona bitişik olan yardımcı bir sıfat olarak iradi sıfatıyla oluşturmuştur.Peki ilim sıfatı ile onun bir altında olan kudret sıfatının farkı nedir? Farkı şu güncel bir benzetme yapayım ki daha iyi anlaşılsın. Şimdi Devletimizin bakanlıkları var. Bu bakanlıkların hepsi toplum üzerindeki aynı etkiye sahip değillerdir. Örneğin bir içişleri Bakanlığının icra yetkisiyle tarım Bakanlığının icra yetkisinin aynı olmadığını hepimiz biliriz. Şimdi buradan yola çıkarak ilim sıfatının icra yetkisi yoktur. Rabbimizin sıfatıdır ama icra yetkisi yoktur. İcra yetkisi Kudret sıfatınındır. Rabbimiz kader programını ilim sıfatıyla icra ettiğini ifade ediyor. Ben diyor bildiğimi böyle programladım. O zaman rabbimizin bilmesinin bizim üzerimizde yapmak zorunluluğu oluşturan bir icra etkisi yoktur. Bundan dolayı ilim sıfatından bize bildirdiği bir bilgi irademize etkisi olmaz. Onun için insanların ben kaderin şu hükmünden bu tahakkümünden dolayı yapmak zorunda kaldım gibi muş, mış, muş sığınmaların hepsi boşa çıkar. Bizim fıkhımız da akaidimizde bir tabir vardır ilim maluma yani bilinen şeye tabidir. Bir şey biliyorsan o ilimdir. Rabbimiz bildiğini bize haberdar etmiş ilim sıfatıyla bu programı yapmış ama icra olarak siz bunu yapmak zorunda değilsiniz diye kudret sıfatıyla organize etmemiştir.
Kadere inanmamak Allah'ın ilim ve irade sıfatlarını inkâr etmektir. Şimdi her şeyin yerli yerine oturması ve daha iyi anlaşılır olması bir örnek verelim. Bizim takvimlerimizde veya astronomi kitaplarında hatta şimdi akıllı telefonlarımızın hepsinde Falan gün falan tarihte güneş ve ay tutulacak. Şu kadar sürede tutulma devam edecek işte dünyanın şu ülkelerinde şu saatler arasında izlenecek diye önceden yazmaktadır. Bunu neye dayanarak yazıyorlar? Çeşitli astronomi bilgilerine yani ilme dayanarak yazıyorlar. Ve o yazılan zaman geldiği anda tutulma başlıyor. Şimdi takvime yazıldığı için mi güneş ve ay tutuldu yoksa güneş ve ay tutulacak diye mi yazmıştı? Cenabı hak bizim ilim sıfatıyla hangi tarihte, hangi gün neler işleyeceğimizi bilmesi ve yazması da böyledir. Bir mimar yapılacak güzel bir yerin mimari projesini kağıt üzerinde daha ilerici uğraştı çizdi. Makine mühendisi yapılacak bir motorun makinenin veya herhangi bir teknik aracın nasıl yapılması gerektiğini günlerce emek çekti metre ve cetveller ile çizdi. Şimdi o çizimlerden sonra ustalar oradaki yazılan bütün ölçü ve standartlara uygun olarak o binayı aynen inşa ettiler. Onların inşa etmesinde herhangi bir hata olsa diyebilirler mi ki mimar böyle çizmiş? Biz hatayı ondan yaptık. Efendim, makine mühendisi böyle çizmiş. Biz hatayı ondan yaptık. Bizim değil suç makine mühendisinin, mimar, mühendisin demeye hakları var mı?
Biz kullara cenabı hak bir muhtariyet vermiştir. Bu da bir kader programının bize ayrılan yetkisidir. Bize bir muhtariyetlik veriliyor. Cüzi irade dediğimiz şey budur. Yani kader programı içinde bize verilen özerkliktir. Mesela Aracımızla bir otoyola girsek bilirsiniz ki otoyollarda geri dönüş yoktur. Kaderi de aynen bir otoyol gibi düşündüğümüzde Cenabı hak bizi o yola girdirmiş ve bir muhtariyet vermiş buyuruyor ki sen ilçelere illere çıkan sapaklarda muhtarsın yani iradenle seçim yapabilirsin istediğinde girip çıkabilirsin Ama bunun dışındaki noktalarda geri dönüş veya çıkış yapamazsın. Kader bu otoyolun ta kendisidir. Biz yaratılarak otoyola girmiş kader programına dahil olmuşuz. O sapaklara girip çıkma iradesi bize ait olduğundan sorumluluk da bizim kendimizdedir. Neticede bütün tedbirleri uyguladık ama bir olumsuzluktan kurtulamadık ise o zaman kader buymuş diyerek ısrarcı olmayacağız. Örneğin daha anlaşılır olsun. Şehir içinde trafiğin aşırı yoğun olduğu arabaların hareket etmekte zorlandığı bir yerde bir kendini bilmez çıkıyor. 80-100 km hızla gitmeye çalışıyor. Devletin kolluk kuvveti veya halkımız buna dur demeyecekler mi diyecekler? Bu insana nasıl dur deniliyorsa Cenabı hak ta bütün sebeplere sarıldığımız tedbirleri aldığımız halde bize izin vermiyor ise demek ki bize aynı trafik polisi gibi dur dengeyi bozuyorsun diyor. Bu dur denilmesini adı kaderdir. Bu kadar açık örneklerden sonra ilahi denge bu kader programında öyle ayarlanmıştır ki insanları, cinnileri, eşyaları, mahlukatı, haşaratı yeryüzündeki ağaçları, suları, her şey bu dengenin içerisinde. Demek ki muhtariyet olmasına rağmen kulun her istediği bu dünyada olmaz. Her olmazın bizim bilmediğimiz sırlarını cennette öğreneceğimiz geçerli bir hikmeti var.
Kadere İman Etmekle Sorumluluğumuz Nedir?
Kadere imanla ilgili mutezile inancına göz atarsak mutezilenin kaderle ilgili iki inancı var. 1-Allah'ın bilmesi eşyanın ancak vukuundan sonradır, yani bir şey olur, ondan sonra Allah onu bilir diyor. 2- Kader yoktur, her şey hadistir. Yani her şey insanların kendi fiiliyatıyla olmuştur. (Haşa) Kader diye bir şey yoktur. Bu sözler günümüzde de aynen söylenmekte ve gittikçe artmakta. Peki Allah olanları önceden bilmez ise farkımız ne? 1300 yıl önceki yukarda bahsi geçen müşriklerin inancı ile mutezile'nin fikirleri aynı paralellikte. İnternetten videosunu bulup bakabilirsiniz ama ismini vermeyeceğim. A-b diye birisi 25/12/2012 videosunda Allah kimin kiminle evleneceğini bilmez diyor. Bu adam 21 yıldır İstanbul Müftülüğü'nde çalışıyor. İstanbul müftü yardımcılığı İstanbul Müftülüğü fetva Kurulu Başkanlığı yaptı.İkinci cümlesi bunu kendi sitesinden kendi yazısının içinden aldım. Aynen bir virgülüne dokunmadan size okuyorum. Kader inancını icat edenler, islam aleminin kader kıskacından kurtulup sağlıklı düşünmesi. Kader inancının problem olmaktan çıkıp problem çözecek bir yapıya kavuşması sanki imkansız gibidir diyor. Yani kime dokunsam daha çok kadere inanıyor diyor. bir türlü diyor. Bizim sapıklığı onlara entegre edemiyoruz. Diyeceğiz ki. Ya böyle bir kişi varsın kendi kendine düşünsün. Varsın beyni yansın. Bir kişinin peşine mi düşünür? Hayır. Bunların bu ekibin vakfı var, Televizyonu var, Türkiye'de okulları var, yurtları var, diğer ticaretlerini demiyorum. Oraları bize ilgilendirmez. O yurtlarda okullarda bu ümmetin çocukları okuyor. Bakın o Mekke müşrikleri kuran'a inanmıyor, peygamberimize inanmıyor ama kader konusunda gelip senin anlattığın mı doğru bizim kimi doğru diye rasulullahla tartışıyor. O müşrikleri ilahi azap uyarıyor. Şimdi soruyorum, Mekke müşrikleri mi daha seviyeli? Günümüzdeki bu gruplar mı daha seviyeli? En azından Mekke müşrikleri dinden ekmek yemiyorlardı.
O yukarıdaki âyeti celilelerden sonra bizim kadere iman etmemiz, itikadı sorumluluğumuz farz oldu. Deliller neler? Bu konuda 7 tane hadisi şerif var. Bunlardan çok meşhur olan hadisi Cibril dediğimiz bir hadisi şerif var. Yani cibrili emin sahabelerin içerisinde Hazreti peygamberimize geliyor. Onların huzurunda peygamberimize soru soruyor, peygamberimiz o soruları cevaplıyor. Soru, soran Cibrili emin cevaplayan peygamberimiz. İşte o hadisi şerifin son kısmında Cibril emin imanın esasları nedir ya Muhammed diye sorduğunda Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hayrı ile şerri ile kadere iman etmektir buyuruyor. Bu hadisi şerifi orada duyan sahabelerin hepsi nakledebilirdi ama hassaten sahabe efendilerimizin içinde ilmi seviyesi yüksek olan Hazreti Ömer (ra.) efendimiz, Hazreti Ali efendimiz Hazreti Abdullah İbni Ömer, Hazreti Ömer'in oğlu Hazreti Ubeyde (ra.) Hazreti Abdullah ibni Mesut, Hazreti Huzeyfe, Hazreti Zeyd bin sabit. Hazreti Câbir, Hazreti Amir gibi 9 seçkin sahabe tek tek bu hadisi şerifi bize aktarıyor.
İkinci hadisi şerif yine Hazreti Ömer efendimiz anlatıyor; Resulullah (sav.) den şöyle işittim. Kadriye olanlarla, yani kaderi inkâr edenlerle oturmayın. Onlarla sohbet etmeyin.
3-Hazreti Abdullah bin Amr anlatıyor; Resulullah (sav.) buyurdu ki, hayır ve şerri ile kadere iman etmeyen kişi mümin sayılmaz. Bu hadisi şerifi rivayet eden tabiinden Ebu Hâzım O kadar gayrete geliyor ki Kaderi inkâr etmekle insanı yaratıcıdan daha büyük yapan bu düşünceye lanet olsun diyor. Kaderi inkar eden niye yaratıcı gibi bir konuma konuyor. Biraz sonra onu hadiseleri bitirdikten sonra topluca açıklayacağız. Mutezile olan sapıklar öyle duyarlılar ki beyefendiler Allah'ı koruma gayretindeler. Bunlar diyorlar ki Allah şerleri yaratmaz. İnsan şerri de kaderini de kendisi yaratır. Bu 1300 yıl önceki sapıkların sözü ama bugünün müslümanı bunu söylerken kimin sözünü söylüyor, hangi batağa düşüyor farkında değil. Kuranımız bunlara mümin suresi 62.ayette mucizevi olarak cevap veriyor. Allah her şeyin yaratıcısıdır. Bitti, kısa öz.
4-Abdullah bin Ömer, Hazreti Huzeyfe, Hazreti Ebu Derdâ rivayet ediyor ki: Hazreti peygamberimiz (sav.) şöyle buyuruyorlar; Her ümmetin mecusileri vardır. Bu ümmetin Mecusileri de kader diye bir şey yoktur diyecekler. Kaderi yalanlayan topluluklar çıkacaktır. Bunlardan hasta olanları ziyarete gitmeyin, ölenlerinin de cenazelerine katılmayın.
5- Hazreti Ubâde bin Sâmit (ra.) kendi oğlunu yanına çağırıyor. Hazreti peygamberimizden duyduğu bir hadisi şerifin özünü şöyle ifade ediyor. Evladım Hayrı ve şerri ile kadere iman etmeni öğütlüyorum zira ben Resulullah'tan duydum ki kadere iman etmezsen Allah seni cehennemine sokar.
6- Hazreti Ayşe (ra.) annemiz anlatıyor. Peygamberimiz buyurdu ki; 6 kişi vardır ki ben onları lanetledim. Peygamberimiz lanetleyecek ve onu rabbimiz inşallah hala tahakkuk ettirmeyecek. Biz bunun altısını da saymayacağız konumuz gereği ikincisini ve altıncısını sayacağız. İkincisi Allah'ın kaderini yalanlayan kimseler. Altıncısı Yüz çevirmek için, yani ondan uzak durmak için sünnetimi terk eden kimseler buyuruyor.
7- İmami Nafi (ra.) Hazreti Abdullah bin Ömerden aktarıyor. Resulullah (sav.) buyurdular ki; Ümmetim içerisinde kaderi inkâr edenler ve yalanlayanlar yüzünden topluca yere batma olayları, mesh şeklinde belalar ve taşlar altında kalmak şeklinde toplu ölümler olacaktır. Mesh nedir? İnsanın suretine tebeddül etmesi 2 çeşit olur. Meshi, Suri, Meshi manevi. Meshi Suri; geçmişte domuza maymuna çevrilen insanlar oldu meshu suri budur. Ancak Peygamberimiz yarabbi benim ümmetime Mesi suriyi mukadderat olarak takdir etme diye dua ediyor Rabbimiz peygamberimize kıyamıyor, kabul ediyor. Ama meshi manevi kıyamete kadar devam edecek. Nedir Messi manevi? Evet, yüzü insan yüzüne benziyor olacak ama manevi hassasiyetlerini kaybettiğinden dolayı Messi maneviye uğramış öyle yüzler vardır ki yüzüne baktığında adamı ürkütür korkutur insan onunla 2 dakika yüz yüze gelmekten ikrâh eder. İşte bu Messi manevidir Allah korusun.
Tabiinden Hazreti Tavus (ra.) şöyle anlatır. Bir gün Peygamberimizin Arkadaşlarından bir kısmıyla Mekke'de karşılaştım. Onlar kendi aralarında sohbet ediyorlardı diyorlardı ki her şey kaderledir. Ben bu sözü kabullenmekte zorlandım, gittim Abdullah bin Ömer’e sordum, Buyurdu ki Kulli şey’in bi kader. Her şey kaderle dir. Acz ve keys bile kaderledir. Yani aczin aczi muktedirin kudreti bile mukadderdir, kaderdir acizin aczi muktedirin kudreti bile mukadderdir. Hani kader programında onların insanlar üzerinde kullanacakları yetki ve selahiyet bile kader programına yazılmıştır. Acz ve keys konusunu biraz açarsak. Keys, En akıllı en şuurlu, en ileri görüşlü kişiye keys denir. Yani rabbimizin eline verdiği fırsatları, imkanları, lütufları nasıl değerlendireceğini en iyi bilmenin adı keystir. Dikkat edin şans demiyorum. Bunu durmadan vurguluyorum müslüman şans kelimesini söyleyemez. Acziyet ise bir insan nefsinin esiri olduysa helal haram demeden yiyorsa sorumluluklarında ihmalkarsa Allah gafurdur, rahimdir benim elime ihtiyacı yoktur zaten o beni bağışlar diyorsa şuursuzdur beceriksizdir acizdir. Zarardan korunma gücünü kendinden uzak tutuyor, kullanmıyor, yapılması gereken taatlarını yapmıyor, terk ediyor, sonraya bırakıyor, eline verilen kısmetleri fırsatları imkanları lütufları değerlendirmiyor ise bunun adı acizdir.
Öyleyse şöyle bir toparladığımızda; İrade ettiğimiz anda Rabbimiz fiili işlerken yaratılan gücümüzü hikmeti gereği bize vermiyorsa veya hakkımızda olumsuz düşünenlere fırsat verip müsaade ediyor onların olumsuz düşünce ve fiiliyatlarının gerçekleşmesine müsaade ediyorsa bu bir imtihandır. Bu imtihan nedir? İki örnek verelim. 1-Innin bu kelimeleri edebe mugayir olmasın sohbetin manevi akışına tatsızlık vermesin diye mecburen kasıtlı Arapça söyleyeceğim ama siz dikkatinizi verirseniz ne demek istediğimi çok müdrik olarak anlayacaksınız. Rabbimiz onu lütfeder. Innin iktidarsız Bunu biyolojik hastalık olarak verirse Allah korusun zor imtihan. Yeni evlenmiş sihir ve büyü sebebiyle bu konuda imtihan olurlarsa. Ve eşiyle halveti sahiha gerçekleşemedi ise, örneğin tarihte Hazreti Züleyha gibi Hazreti Züleyha da Efendisi aziz de ınnin idi ve çocukları olmamıştı. Ama o ınnin oluşunda peygamberine o kadını el değmeden bekleten yüce rabbimizin hikmetini görüyoruz. Oradan Hazreti Yusuf (as.)eşi oluyor. Reddül muhtar ibn âbidin kitabında geçen bir hüküm; Kadın kendi bedeninde bir mani kusur bulunmaz iken eşinin ınnin olduğunu anlarsa nikahın feshi yanı bozulması için Aradan uzun bir zaman geçse bile dava açıp boşanabilir. Bu fıkhi hükmü dedikten sonra ınnilik nasıl bir acziyet görmüş olduk. 2- Günlük yaşamında her erkeğin müsaade edildiği kadar intişarla, lütuflandırılır. Hadi bir fazlaya gücün yetsin. Tarık suresinin 6-7-8. ayetlerinde bu konu terbiyeyi rabbani olarak derinliğinde çok açık ve net şekilde açıklanır. Rabbimizin terbiye derinliği orada o kadar şahane gözükür ki. Bağırsaklarımızı boşaltmaya gidiyoruz. Rabbimiz ıkınmayı vermesin de bağırsaklarınızı boşaltın. Bir kabızlık yaşayın. Mesela şu bardağı kaldırmayı irade ettiğimiz anda rabbimiz kaldıracak gücü yaratır. Öncesin de o güç kolumuzda yoktur. Kaldırma gücü o anda yaratılır. Bu konu tam 300 sayfalık bir derin konudur biz oralardan seçerek 2-3 cümleyle sizlere anlatmaya çalışıyoruz. Boğazımıza lokmayı alıyoruz. Her lokma oraya varınca rabbimiz orada bir anda yutkunma yaratır. O yutkunmayı yaratmasın, lokma boğazınızda kalsın da bir görelim dünyayı. Kul ne kadar aciz her acizliğini güce çeviren rabbimizdir.
Bir hadisi şerifle konumuzu tamamlayalım Efendimiz (sav.) buyurdular ki, Biriniz Aksırdığı vakit elhamdülillah desin, din kardeşi veya arkadaşı onu duyduğunda yerhamukallah desin. O da yani tıksıran, hapşıran da güncel adıyla yeh dina ve yehdi kumullah desin. Şimdi burada 3 tane emir var Hapşıran elhamdülillah duyan yerhamukallah diyecek Hapşıran tekrar yeh dina ve yehdi kumullah diyecek. Aksıran elhamdülillah demesi görevdir müstahaptır. Karşıdakinin yerhamukallah demesi vaciptir. Bana onu demezse sorumlu olur. 3. Hikmet olarak yerhamukallah dediğinde ola ki diyor ulemamız bu duası makbul bir zâttır o duasını rabbimiz kabul ediverir ve ondan da ona şehitlik nasip olur.
Aksırmanın hikmetine geldiğimizde O günkü din adamlarımız buyuruyor ki aksırık sayesinde insanın midesinden gelen zararlı gaz ve buhar otomatik olarak dışarı atılmış oluyor. Onu vücut kendisi atarak zararlı maddeden kendini oto kontrol sistemi ile rahatlatmış oluyor, işte bu nimete hamdetmek gerekiyor. Elhamdülillah dememiz ondandır. Ya rabbi hamdolsun bunu bana nasip ettin diyoruz. Ve buna karşılık bir de rabbimiz sevap veriyor. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nden Ali aydın isimli profesör 2016 da bu hapşırık konusunu araştırmış faydalarını elhamdülillah dememizin hikmetini yaklaşık olarak tıp diliyle 10 sayfa yazmış. Oradan Kısa bir not; Hapşırık tutmak, beyin ve burun damarlarında basıncı artırır. Hapşırık engellenirse bayılma, damarlarda hasar beyin kanaması veya kalp krizi olabilir. Hapşırma vücudun kendini koruma mekanizmalarından biridir.
Şimdi sonuç olarak önümüze bir şey çıkıyor istitat yani bir cismi kaldırma gücüne denir. Her müslüman hangi işi yapacaksa yapsın işe başlamadan önce ister kalben ister dilden Allah'ım bize istitaatınla yardım et diye dua etmelidir. el Fatiha.
Comments