Rabıta konusunun 7. dersinde işleyeceğimiz tahayyül rabıtası, şeyhinin suretini düşünerek yapılan rabıtaya denir. Önce bu rabıtanın caiz olduğunu iddia edenlerin gösterdikleri delilleri inceleyelim.
1. Delilleri
Tevbe suresinin 119. Ayetinde …ve künu meassadıkin, sadıklarla beraber olun buyrulmasıdır. Bu ayeti celilenin tefsirini geçen hafta yaklaşık yarım saat anlatmıştık. Şimdide konum, kelime ve nüzul olarak 3 cihetten inceleyeceğiz.
1-Konum olarak baktığımızda; Konum dediğimizde siyak ve sibak kavramları karşımıza çıkar. Sibak kendinden önceki ayetin, siyak ise kendinden sonraki ayetin konusudur. Yani ayetin kendisi, öncesi ve sonrası olmak üzere üçü bir anlam bütünlüğü taşır. Tevbe suresinin 119. Ayetini açıklarken 118 ve 120. Ayetlerine de bakmamız gerekir.
2-Burada geçen sadıklar kelimesinin kelime anlamına baktığımızda; Kuranımızda geçen her kelimenin bir lugat yani sözlük anlamı vardır bir de ıstılah anlamı vardır. Istılah, kelimenin nerde nasıl kullanıldığıdır.
İmam Maturdi Hazretleri, buradaki doğrularla beraber olun emrinin sadık müminlerle beraber olun anlamına gelir, buyuruyor.
Ebul Kasım Abdulkerim Kuşeyri Hazretleri de tasavvuf ağırlıklı Leta’ifü’l- İşarat adlı tefsirinde sadıkları doğru, dürüst müminler olarak anlamlandırıyor.
Fahretin Razi Hazretleri ise Mefatihü’l Ğayb isimli tefsirinde sadıklar doğru ve sadık olan müminlerdir diyor. Ayrıca Resulullah ve sahabi efendilerimizin tamamı sadıklardandır buyuruyor.
Sadık, sıdk kökünden gelir ve doğruluk demektir. Bu isim Ebubekir Efendimize verilmiştir ve içi dışı bir demektir. Kuranımızda toplam 155 yerde geçer. İki tanesine kısaca değinecek olursak; sadakte geçer ki doğru söyledin demektir. Sadakallahülazim, Cenabı hak doğru söyledi demektir.
Ahzap suresi 22. ayetinde Sadakallahu ve rasulühu geçer. Allah ve Rasulu doğru söyledi demektir. Cenabı hak Peygamber Efendimizi (sav.) kendi ismiyle yan yana zikrederek onu sıradanlaştırıp bizim gibi bir insandı diyenlere bir nevi cevap vermiş oluyor.
3-Bu ayetin Nüzul sebebine baktığımızda; Doğru ve sadık müminlerin yani ashabı kiram ve peygamberimizle beraber olamayanlar buyurarak Tebük seferine ihmal ettiklerinden dolayı katılamayan Hazreti Kab, Hazreti Hilal ve Hazreti Murare’nin büyük bir iptilaya tabi olduğunu bildiriyor.
Ayetler bir olayın musebbibi olarak inebilir ama o hükümlerden kıyamete kadar herkes sorumludur. Bu ayete göre Müminlerin sadıklarla birlikte olması Kuran hükmüne göre vacip, fıkıh hükmüne göre farzdır. Ancak bu emir bir şahısla birlikte olma hususunda değildir. Özellikle Şia Masum İmam telakki ederek bu ayet onunla birlikte olmayı anlatır şeklinde tevil ederler. Tasavvuf ehlinden bazıları da mürşitle birlikte olma hususundadır, derler. İmamı Fahrettin Razi Hazretleri her ikisini de reddeder.
Bu ayeti celilenin konum, kelime ve nüzul yönüyle hiçbir şekilde tahayyül rabıtası ile ilgisi yoktur.
2.Delilleri
1.Sıhhat Yönünden; İsmail b.Muhammed el-Acluni’nin Keşfü’l Hafa isimli kitabında geçen inde zikri es salihine tenzulu errahmetun, Salihler zikredildiğinde rahmet iner, cümlesini tahayyül rabıtası yapan her cemaat delil olarak kabul eder.
Sadece İbni Salah ve Zamehşeri bu cümlenin hadis olduğunu söylemişler ama kaynak göstermemişlerdir. İbnül Cevzi, Muhaddis Hafız İraki ve İbni Hacer Askaleni bu söz hadisi şerif değil Hazreti Sufyan b. Uyeyne’nin bir sözüdür derler.
Yeri gelmişken İbni Hacer Askalani Hazretlerinin hayatından bir anektot düşersek. Bu zat hacca gittiğinde zemzem içerken her yudumda, Ya rabbi Muhaddis Hafiz Zehebi gibi hafiz olmayı bana nasip eyle, diye dua ederdi. İbni Hacer Askaleni Mısır Memluk Sultanı Baybars ile Diyarbakır ve Antepe gelmiş bir zattır. Hafiz yüz bin hadisi şerifin metnini ve ravilerini baba adları ile ezbere bilen kişiye denir. Ülkemizde kuranı ezberleyenler için kullanılan hafiz kelimesi mecazi anlamdadır. Kuranı kerimi ezbere bilene kari denir.
Bu zatın duası konusu açılmışken iki alana değinmeden geçmeyip bir parantez açalım. Hazreti Eba Hureyre’nin (ra.) aktardığı bir hadisi şerifte; İsrailoğullarından bir kadın çocuğunu emzirirken heybetli bir genç yanlarından geçti. Kadın; Ya Rabbi bebeğimi de böyle yakışıklı ve güçlü kıl diye dua etti. O bebek emmeyi bırakıp; Ya Rabbi beni onun gibi yapma dedi. Daha sonra insanların zina etmek ve hırsızlık yapmakla suçlayıp hakaret ettikleri bir cariye geçti. Aynı kadın bu sefer Ya Rabbi şu bebeğimi bu kadın gibi yapma diye dua etti. Bebek emmeyi bırakıp bu sefer de Ya Rabbi beni onun gibi yap, dedi. Bebeğin bu konuşmasına şaşıran anne ona neden böyle yaptığını sordu. Bebek ise o atlı kişi zalim biridir bu cariye ise iftiraya uğramış ve masumdur, dedi.
Fıkıh ulemamız bu hadisi şerifi fıkhi açıdan inceleyip buyuruyorlar ki, Annenin hakkı babaya göre 2 kat fazladır. Babanın 1, annenin 3 hakkı vardır. O yüzden evladı için anne duası baba duasına göre iki kat fazla müstecaptır. İtikadi açıdan bakıldığında da bebeğin konuşması evliyanın kerametinin hak olduğuna delildir. Bu ümmet içerisinden gerek bebek gerek yetişkin evliyalar olacaktır.
Dua olarak güncel hayatımıza yansıyan alana gelirsek; İmam Muhaddis Hafiz Askelani Hazretlerinin zem zem içerken yaptığı dua gibi bizlerde abdest sonrası zem zem niyetiyle su içerek yapmalıyız. Çünkü bu su fıkıh ulemamızın ictihadına göre zem zem hükmündedir. Her abdest sonrası 5 yudum su içilmesi gerekir. Birinci yudumda Ya Rabbi hayırlı ömür eyle, ikinci yudumda Ya Rabbi faydalı ilim eyle, üçüncü yudumda Ya Rabbi manevi şifa eyle, dördüncü yudumda Ya Rabbi vücudumu ihya eyle (su topraktan sonra ihya gücü en yüksek olan iksirdir.) beşinci yudumda da çok şükür Ya Rabbi diye dua edip bu bereketten yararlanmamız gerekir.
Yukarda geçen ve hadisi şeriftir, değildir denilen inde zikri… kelimesinin manasına baktığımızda; tahayyül rabıtasına hiç kapı açmadığı halde bu rabıtayı yapanlar bunu kendilerine delil olarak alırlar. Halbu ki zikir dil ve dudakla yapılırken rabıta düşünülerek yapılır. Yani zikirle alakası yoktur.
Konu ile ilgili Hazreti Eba Hureyre (ra.) aktardığı bir hadisi şerifte Rasulullah Efendimiz (sav.) şöyle buyurdular. Rabbimiz Allah azze ve celle kulun beni andığı ve dudakları benim zikrimle deprendiği zaman ben onunla beraberim, buyuruyor. Yani zikreden kulum benimle sohbet etmektedir, buyuruyor.
Hazreti Abdullah Bin Büsr’ün aktardığı hadisi şerifte ise Peygamber Efendimiz (sav.); Senin dilin devamlı surette Allah azze ve celle’nin zikri ile meşgul olsun, buyuruyor.
Görülüyor ki zikir, birinci hadisi şerifte dudakla ikinci hadisi şerifte ise dil ile birleştirilmiştir. Dil ile yapılan salihlerin hayatlarının anlatılması, onların menkibelerinin okunulup dinlenmesi anlamındadır.
En basit durumlarda dahi bizlere yol gösteren Cenabı Hak tahayyül edilerek yapılan rabıtanın olabileceğine dair en küçük bir işaret vermemiştir.
Kuranımızın kitap haline getirilirken o ekibin en başında yer alan Zeyd bin Said (ra.) aktarıyor; Ensardan bir adama rüyasında Peygamberiniz size her namazın ardından 33 kere subhanallah, 33 kere elhamdulillah, 34 kere Allahu ekber demenizi emretti mi diye sorulmuş. Ensar olan sahabi evet demiş. Onu 25 yapın aralarında da bir lailahe illallah ekleyin buyrulur. Bu zat sabah erkenden Peygamber Efendimizin (sav.) yanına gelip rüyasını aktarınca Peygamberimiz (herkesin duyacağı şekilde) rüyanda söylenildiği gibi yapın buyurmuştur. Namaz sonrası tesbihatın sayılarını aktaran 5 değişik hadisi şerif vardır. Ulemamız 33 sayısı üzerinde karar kılmıştır.
Kişi rüyasında gördüğüne uymaz ise günah değildir, başkaları için de delil değildir. Bu olayda ise Peygamber Efendimizin hayatta olması ve rüya ile ilgili böyle yapın demesi nedeniyle hepimize emir olmuştur.
Tahayyül Rabıtasının Tasavvuf Eserlerimizdeki Yeri
1-Abdullah es Serrac’ın el Lüma isimli ilk tasavvuf kitabında tahayyul rabıtasıyla ilgili herhangi bir bilgi geçmemektedir.
2-İmam Gazali Hazretlerinin en önemli ikinci kaynak olan İhyau Ulumiddin adşı eserinde de yine tahayyul rabıtasıyla ilgili bir bilgi yoktur.
3-Şehabeddin Sühreverdi Hazretlerinin Avarifü’l-Maarif adlı esrinde de yine tahayyül rabıtasıyla ilgili bir bölüm yoktur.
4-Muhammed Parsa Hazretlerinin Faslü’l-Hitab adlı eserinde tahayyül rabıtasıyla ilgili bir bölüm yoktur.
5-Abdurrahman Molla Cami Hazretlerin Nefahatü’l Üns adlı kitabında tasavvufun en ince detaylarına varıncaya kadar anlatılmasına rağmen tahayyül rabıtasına değinilmemiştir.
6-İmam Rabbani Hazretlerinin ünlü eseri Mektubatında tahayyül rabıtasıyla ilgili bir tane veya bölüm yoktur.
7- Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Marifatname adlı esrine baktığımızda tahayyül rabıtasıyla ilgili hiçbir bilgiye ulaşılamamıştır.
8- Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevi Hazretlerinin Cami Usul adlı eserinde zikirlerin her çeşidini şekillerle anlatmasına rağmen tahayyül rabıtasından bahsetmemiştir.
Bu sekiz temel eserin tasavvuf alanındaki ağırlığı herkesce bilinmesine rağmen tahayyül rabıtasıyla ilgili bir bilgiye rastlanmadığı görülmüştür. Bu rabıta şeklinin 1860 dan sonra başladıgına şahit oluyoruz.
Tahayyül Rabıtasını Akaid ve Fıkhın Temel Kalıbına Konuşlandırmak
Kuranımızda ve hadislerimizde inanmamız ve yapmamız farz olan haramlar, sünnetler, vacipler ve mekruhların tamamı aşağıdaki kalıba göre çıkarılır. Bu kalıp sanki binanın temeli gibi dinimizin temelini oluşturur. Burada geçen şu dört cümleyi kısaca açarsak;
1-Delaleti kati ve subuti kati olan Yani itikadi hükümler, farz olan hükümler, haramlar, helaller, peygamberimize saygı, zarureti diniye, sünnet hükümler gibi hükümlerini inkar etmek, beğenmemek, hafife almak, küçümsemek, alaya almak, şüphe duymak fiillerinden birini işlerse dinden çıkar. Müslüman öyle her önüne gelen birisi için kafir münafık diyemez. Şu üç kelimeyi asla ağzına almaz. Birisi için kafir, munafık ve eşi içine karşı da boş kelimesini kullanamaz.
Kişi yukarıdaki hükümleri kalben tasdik ettiği halde günahını inkar etmediği sürece (mesela bu haramdır ama ben düştüm derse) mümin olmaya devam eder.
Yukardaki fiilleri Özürsüz terk ederse cezalandırılır. Cehennem ceza yeri değil adaletin tahakkuk yeridir.
2-Delaleti zanni subuti katı olan; vacip onlalar bu hükümden çıkar. Yapmayanlar cezalandırılır.
3-Delalati katı subuti zanni olanlar; Bunlardan da tahrimen mekruh olan hükümler çıkar. Terk edilmesi halinde cenabı hak tarafından cezalandırılır.
4-Delaleti zanni subuti zanni olan; Sünnet, müstehap, tenzihen mekruh olan hükümler çıkar.
Dinimizin tüm hükümleri bu dört maddeden çıkar.
Sonuç olarak; 7 derstir bu sonuca ulaşmak için çalıştık. Gördük ki kati muhkem tevatur sarih ve açık hatta zanni dahi olsa tahayyul rabıtası için subut bulmuş tek bir delil yoktur.
Kişinin Şeyhinin Suretini Düşünerek Rabıta Yapma Sorumluluğu Varmıdır?
El cevap; Bir tane de olsa delil yoktur. Dolaysıyla böyle sorumluluğumuz da yoktur. Tahayyül rabıtası nedeniyle yapan kişi şirke düşerse yaptıranlar sorumludur.
Şahsım için belki inkar etti denilecektir. Onlara cevabım şudur ki; 3 çeşit rabıta olduğunu 7 derstir anlattık. Teveccüh ve muhabbet rabıtası vardır, dedik. Tahayyul rabıtasına gelince bunun hiçbir delili yok ki inkar olsun. İnkar var olanı yok saymaktır.
Euzubillah bismillah, le yuzlikuneke bi ebsarihim, (Kalem/51). Ey rabbimiz bizi ve ailemizi nazarın her türlüsünden muhafaza eyle. Ey rabbimiz bizi ve ailemizi nazarın her türlüsünden muhafaza eyle. Amin Amin Amin. el FATİHA
Comments