Esselâmu aleyküm ve rahmetullah Ey Gönül Aynam, kalbimin yanında muhabbetle coştuğu Kutlu Yolcu…
Rabbim sofrana daim Halil İbrahim bereketi ihsan eylesin… Ne güzel düşünmüşsün, hamdolsun mübarek Ramazan ayında iftar soframızda maşallah bugün iki misafirimiz var. Davete icabetle soframıza neşe kattılar, şeref bahşettiler.
Misafir; sofraların bereketi, neşesiydi. Duasını almak ne büyük saadet kabul edilirdi bir zamanlar. Şimdi misafirsiz sofralarda rahata erildiğinden, huzura kavuşulduğundan bahsolunuyor. Belki para harcanmadığından, belki yemek yapma, bulaşık yıkama ve temizlik zahmetinden kurtulunduğundan olsa gerek böyle düşünülüyor. Heyhat…! Bir bilseler neler kaybettiklerini sofralarında misafir ağırlamayanlar!
Ortaokul çağlarımız… Mahalledeki birkaç yaşıtımla Kur’ân-ı Kerîm ve ilmihâl dersi aldığımız Erzincanlı Hasangillerden Yaşlı Hüseyin diye tanınan orta yaşlarda bir hocamız vardı. Kendisinin “Yaşlı Hüseyin” diye tanınması yaşından dolayı değil, gözünden yaş eksik olmadığı içindi. Misafirin kıymetini bilmek ile ilgili olarak rahmetli babasının başından geçen bir hâdiseyi nakletmişti.
Babası Hasan amca, savaşlar görmüş, kıtlığı da yokluğu da yaşamış eski topraklardandı. Sofrasında tek çeşit yemek olurdu çoğu zaman. Ama olsundu… O yine de bu tek çeşit yemek demez, bir kâse ya da bir kaşık da olsa illaki misafiriyle bereket bulsun isterdi hânesinin.
Günlerden bir gün mahalle camiinde akşam namazını eda edip evine gelir. Hanımı Hatice teyze sofrayı hazırlamıştır. Eve geldiğinde kapı tokmağını vurur. Hanımı kapıyı açar ama Hasan amcanın başı öndedir ve suratından da üzüntülü olduğu bellidir. Kısık bir ses tonuyla selam verip odaya geçer. Odanın ortasında sofrayı görünce kendini artık tutamaz ve salıverir gözyaşlarını. Sormaz, hayat arkadaşı ona, niye ağladığını. Çünkü bilmektedir sebebini. Hânelerinde bugün sofra misafirsizdir. O da hüzünlüdür ve dayanamaz evinin direğini öyle görmeye ve gözleri dolar, sessizce yanaklarından süzülmeye başlar yaşlar.
Hasan Efendi sadece bir bardak su içer ve kalkar, diğer odaya geçer. Seccadesini serer, Allahu Ekber diyerek secdeye kapanır. Bir müddet çocuklar gibi hıçkırarak ağlar. Kısık ve parça parça kelimelerle Rabbine iltica ederek;
“Ey Kerem Sahibi Yüce Rabbim! Nefsim hangi kusuru işledi ki, soframıza misafir getiremedim bugün. Ey zalim nefsim, Ey zalim nefsim… Yâ Rabbî, Senden başka sığınacak kimim var. Ben ki aciz bir kulunum. Hata ve kusurumu bağışlayacak olan da sadece Sensin. Estağfirullah işlediğim her ne kusurum varsa. Affet Yâ İlâhî, çünkü sen affetmeyi seversin. Affet Yâ Rabbî…” diye niyazda bulunur ve usulca secdeden doğrulur. Seccadesi üzerinde bağdaş kurarak oturur ve sırtını da arkasında bulunan divana dayar. İşte tam bu esnada içi geçer gibi olur. Tatlı bir uyku hali gelir kendisine. Rüya âlemine çoktan buyur edilmiştir.
Uçsuz bucaksız yemyeşil bir alanda yüzlerce insan, bir sofra etrafında karşılıklı olarak dizleri üzerinde başları öne eğik huşu ile oturmaktadırlar. Alana geldiğinde onu üç kişi karşılar. Hepsi birbirinden genç ve simalarından adeta nur damlıyordur. Onu güleryüzle karşılar, hoş geldinde bulunduktan sonra kendisini takip etmesini isterler. O nur simalı üç şahıs önde, o arkada yavaş adımlarla yürümektedirler. Nihayetinde sofranın başköşesine yaklaşırlar ki, Hasan amca başköşede oturanı tanır; o, Kâinatın Fahr-i Ebedîsi Hz. Rasûlullah aleyhisselâm’dan başkası değildir. Hemen hürmetle yanına diz kırar, mübarek ellerinden muhabbetle öper. Allah Rasûlü, tebessüm eder ve hemen sağ yanını göstererek oturmasını işaret eder. Kalbi yerinden oynayacak gibidir. Sofradaki diğerleri gibi başını öne eğmiş, sükût ile beklemektedir. Oysa doyasıya Habib-i Ekrem’in yüzüne bakmak istemektedir. İçi içini yese de, edeb ağır basar. Kaldıramaz başını. Birkaç dakika sonrasında ezan okunur ve ardından Allah Rasûlü ilk lokmasını ağzına alır. Artık herkes yemeğe başlamıştır. Yemek biter, dua edilir. Allah Rasûlü yanındaki Hasan amcanın sırtına mübarek elleriyle dokunarak hafifçe sıvazlar ve kendisine tebessümle dua eder.
Hasan amca tekrar hürmetle başını öne eğer, Allah Rasûlü’nün ellerine uzanır ve muhabbetle öper. Sofradan kalkar. Yine kendisini karşılayan o üç kişi, hemen onun yanına gelirler ve bu sefer onu uğurlamak için beraberce yürürler.
Yol bitmiştir… Üç kişi kendisine tebessüm eder ve böyle bir sofra kurduğu, şu mübarek Ramazan ayında iftar sofrasına kendilerini davet ettiği için ona teşekkür eder, bolca duada bulunurlar. Musafaha yaparak ayrılırken üçü de tek tek isimlerini söyler: Şâir Ka’b bin Mâlik, Mürâre bin Rebî ve Hilâl bin Ümeyye.
Hasan amca uyanır. Bakar ki seccadesinde oturmaktadır. Anlamıştır, rüya ile müjdelendiğini. Rahman ve Rahîm Rabbi, onun gözyaşlarıyla samimi tevbesini ve kendi acziyetini itiraf ile Rabbini yüceltmesinden ve kendisine sığınmasından razı olmuştur. Üstüne bir de onun adına Allah Rasûlü’nün de baş davetli olarak hazır bulunup şereflendirdiği bir sofra kurdurmuştur. Kendisini hem karşılayan ve hem de uğurlayanlar ise Tebük seferine katılmadıkları için Allah Rasûlü’nün kendilerinden yüz çevirdiği sahabilerdir. Dünya başlarına yıkılmış, kalpleri daralmışta daralmıştır o günlerde. Nihayetinde samimâne tevbeleri Hak Teâlâ tarafından kabul edilmiştir de yüzleri gülmüştür. Artık Hasan amca da emin olmuştur tevbesinin kabul edildiğinden.
Ne büyük saadet…!
Hemen şükür secdesine varır Hasan amca. Rabbini hamd ve tesbih eder. Ve yine gözleri yaşlı şöyle dua ve niyazda bulunur:
“Allah’ım! Ağlamayan gözden, korkmayan gönülden, huşu duymaz kalpten, kabul olmaz duâdan, faydasız ilimden, dinlenmeyen sözden, doymayan nefisten, insanların günlük hayatında ihtiyaç duydukları yardımı kesmekten Sana sığınırım.”
Görüyorsun ya Ey Yolcu! Misafirsiz sofralar, kim bilir hakikatte hangi kusur ve günahlarımızın enkazı altında kaldığımızın bir işaretidir. Kalbin katılaştıysa ya da mühürlendiyse ancak misafirsizlik bir rahatlık olarak görülebilir. Aman Yâ Rabbî, Sen muhafaza eyle bizleri böylesi akıbetten… Âmin!
Müstakim Kılavuz’un izinden giden ecdat böyleydi Can Gözüm. Ne iyi ettin de soframıza misafir davet ettin. Nihayetsiz hamdü senalar olsun ki, Rabbimiz soframızı bereketlendirdi. Hata ve kusurlarımızı soframızı misafirsiz bırakarak yüzümüze vurmadı. Settâr olan Sensin Yâ Rabbî. Sen ayıplarımzı setreyle lütuf ve rahmetinle… Âmin.
Commentaires