Selamunaleyküm ve rahmetullah, siyreti sûretine yansımış gönlümün yanındayken huzur bulduğu cânânım, can gardaşım Ey Yolcu!
Hayy ve Kayyum olan Rabbime nihayetsiz hamdü senâlar olsun ki, bir Ramazan-ı Şerif’e daha erdirdi bizleri. Şu mağfiret ayında, demek ki, rahmetiyle bizleri taltif etmek murad etmekte. Aman Yolcu, layık olmaya çalışmalı.
Şu mübarek Ramazan ayında, kısa da bir mola vermişken, dilimizi bizden öncekileri hayırla yâdederek tatlılandıralım. Gönle sürur verir onlar nihayetinde.
Yakın zaman belki denilebilir. Ama olsun… Büyüklerimizin nasıl bir imanî his yoğunluğuna sahip olduğunu anlayabilmek için zikredilmesini gönlümün arzu ettiği bir hâdise.
Bir kış günü… Ramazan ayı… Babamla yakındaki camiye Cuma namazını eda etmek üzere gittik. Yaşı 80’lere dayanmış babamın ayağında birkaç yıl önce almış olduğu bir ayakkabı. Belki şu soğuk kış günü ayaklarını üşütüyor olabilirdi ama, “baba, yeni bir ayakkabı alalım” demeye de cesaret edemiyordum. Zira “ayağımdakinin nesi var, hamdolsun bize yetiyor, aç değiliz açıkta değiliz” diyeceğini de biliyordum. İncinebilir endişesiyle sükût ediyordum. Ancak üzülüyordum da!
İmam, genç sayılabilecek bir yaştaydı. Hutbeyi bitirdi, hemen ardından da cemaate bir ricası olduğunu söyledi minberden inmezden evvel. “Şu soğuk kış günlerinde, mahallemizde iki yetimiyle hayata tutunma mücadelesi veren bir bacımız var. Odun kömürü olmadığı için çok zor şartlar altındalar. Özellikle gece ayaz vurduğunda, üşüdüklerinden dolayı yetimlerinin ağladığını bizlere bildirdi. Sizlerden ricam, imkânı olanların bu kardeşimize yardım etmeleridir. Namaz sonrasında yardım edebileceklerin benimle özelden görüşmelerini istirham ediyorum. Allah yaptığınız ve yapacağınız yardımları dergâh-ı izzetinde kabul buyursun” dedi.
O günlerde ben tabiri caizse meteliğe kurşun atıyordum. İmamın söyledikleri, boğazıma takılıp kalan bir hıçkırık oldu. Ağlayamadım o an… Utandım belki de. Dua edebildim Rabbime sadece, o kardeşimize nusretini tez ulaştırsın diye.
Namazı eda ettikten sonra eve çıktık. Babamın bir şeyler söylemek istediğini farkettim. Ama anladım ki, onun da boğazına düğümlenmişti hıçkırık. Ağzını açsa çocuklar misali hüngür hüngür ağlayacaktı sanki. Bir müddet sükût ettik ikimiz de. Sonrasında ilk sözü babam açtı. Namazdan sonra imam ile görüştüğünü ve kendisine o ihtiyaç sahibi kardeşimiz için bir miktar para verdiğini söyledi. Hakikatte o paraya kendisinin de ihtiyacı vardı o sıralar. Verdiği para, odun ve kömür alımına yetecek bir miktardaydı hamdolsun.
Babamın yavaş yavaş gözlerinden süzülen gözyaşlarına şahit oldum. Kendisi de yetimdi. Yetimliğin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Çok küçük yaşında babasını kaybetmişti ve hiç hatırlamıyordu onu. Sadece eski soluk bir resmi vardı elinde hepsi o kadar.
Yetimlerden, özellikle de darda kalmış yetimlerden söz açılınca ruh hali değişir, benzi soluklaşırdı. Kaç kez şahit olmuşumdur buna.
O soğuk kış Ramazan’ında bir Cuma vakti gözlerinden tane tane, ihlas ve muhabbetle kar tanesi gibi dökülen gözyaşlarının arasından kısık bir ses tonuyla fısıldarcasına şöyle deyiverdi bir ara: “Cânım Rasulullah da yetimdi. Yetimler üşüyor deyince imam, Rasulullah üşüyor diye düştü gönlüme.” Ne muazzam his, ne muhteşem muhabbet! Kaldı ki, rahmetli babasını ne kadar özlese de, Rasulullah’ın babasına özlemi aklına gelir ve ondan daha fazla üzülüyor olmanın edebe mugayir olabileceği düşüncesiyle edep eder, hüznünü içine gömerdi.
Ey Yolcu! Görüyorum ki şu an sen de benim gibi gözlerinden akan yaşları tespih tanesi etmektesin. Duam odur ki, şu samimâne akan gözyaşlarımız rahmet olup yağsın üzerimize de, onlar hürmetine Rabbim kusur ve günahlarımızı temizlesin.
Ben babam gibi olamadım Yolcu! O kadar okudum, o kadar yazdım ve gezdim ki… Ama “bir yetim üşüyor” denildiğinde “ Rasulullah üşüyor” diyemedim. Aman Ya Rabbi! Aman Yâ Rabbi! O muhabbet ufkuna, o aşk burcuna vâsıl eyle bizleri, Habib-i Ekremini hatırlatan yetimler hürmetine. Amin…