Esselâmu aleyküm ve rahmetullah! Gönülde sırdaşım, yolda can yoldaşım, dinde gardaşım, gözümün nuru Ey Yolcu!
Sonsuz kudret sahibi Yüce Mevlâmıza nihayetsiz hamdü senâlar olsun ki, iman ve istikamet üzere kendisini anabileceğimiz, hata, kusur ve günahlarımızdan afvu mağfiret niyaz edebileceğimiz bir vakte daha eriştirdi bizleri. Mademki O (celle celâluhu) bizlere nefes lutfetti, gel öyleyse, biz de O’nu anmakla ziynetlendirelim şu vakt-i şerîfi.
Dün malumun, havanın da aşırı sıcak oluşu sebebiyle biraz fazla yorulmuştum. Hele hele hem sıcak hem de üzerindeki yük sebebiyle bineğimin verdiği sıkıntı, yorgunluğumu kat be kat artırıvermişti. O yüzden yatsı namazını eda eder etmez dinlenmeye çekilmiştim. Sana bu yüzden hayırlı geceler dahi dileyemedim. Bağışlayıver…
Hemen uykuya dalmışım. Belli belirsiz, şu an tam olarak hatırlayamadığım belki de birkaç rüya birden görmüş olabilirim. Ama o rüyalar içerisinden bir kısacık ânı hatırlıyorum ki, beni iyice dermandan kesti. Âdeta Rabbim, bana farklı sahneler göstermek lütfuyla, birşeyleri anlamamı, o gösterilenlerden bir mânâ çıkarmamı murad ediyordu. Gönlüme böyle doğdu.
Rüya bu!... Evde mutfaktayım. Müthiş bir açlık hissediyorum. Tabiri caizse karnım zil çalıyor âdeta. Bir makarna poşeti gözüme ilişiyor. Tamam diyorum, şimdi makarna zamanı… Ve hemen ocağa su koyup kaynamasını bekliyorum. Gözüm tenceredeki suda.. Birkaç dakika sonrasında su fokur fokur kaynamaya başlıyor… İşte ne olduysa tam da bu esnada oldu! Takılı kaldım içli içli kaynama sesi çıkaran suya… Nasıl oldu bilmiyorum, bir hıçkırık kopuverdi içimden, derinden. Kendimi en yakındaki sandalyeye atıverdim. Çocuklar gibi ağlıyorum. Ağladıkça gönlüme bir huzur salınıverdi, rahatladım, sükunete erdi sanki tüm uzuvlarım. Ve uyandım o haldeyken…
Üstümdeki giysilerim sırılsıklam ter olmuştu. Rüyamda hıçkırarak ağladığımı düşünen ben, meğer hakikatte de ağlamışım. Gözümden akan yaşlar sakalımı ıslatmıştı. Yatağımda doğruldum, hemen bir eûzü besmele çektim, âyete’l-kürsî’yi okudum. Ve Rabbim’den rüyamı hayırlara tebdil etmesini niyaz ettim.
Makarnaydı bu neticede… Su kaynamalıydı ki makarnayı içine atayım. Hepsi bu… Niye hıçkırığa boğdu ki beni bu basit görünen iş!… Vardır elbet bir hikmeti diye düşünürken, Rabbimin bitmez tükenmez merhameti tecelli etti de gönlüme Kelâm-ı İlâhisindeki şu fermanı doğuverdi:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ
Enfâl suresinin 2. âyet-i kerimesinde Hak Teâlâ meâlen şöyle buyurmaktaydı: “Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman yürekleri korku ve heyecanla ürperir, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman, bu onların inancını pekiştirirerek artırır ve onlar, yalnızca Rab’lerine dayanıp güvenirler.”
Ben ki, Müslüman bir ailede doğmuş, dinimin mükellef kabul ettiği çağımdan itibaren de Elhamdülillah Müslümanım demiştim. Kırk yaşını çoktan devirdiğim şu an aklıma, şimdiye kadar kıldığım binlerce rekat namaz, tuttuğum onlarca Raamazan orucu, ezanı duyunca camiye koşuşum, sayısız tesbihatım geliverdi. Hele bir de yılda en az bir kez tamamlamak nasip olan Kur’an hatmim. Belki defalarca okumuştum bu âyeti. Ama hiç bu kadar dokunmamıştı…
Su, sünnetullah üzere kaynama noktasına geldiğinde kıvamını buluyor ve âdeta iç yangınını daha fazla gizleyemiyor ve inlemeye başlıyordu da, bana ne oluyordu ki onca yıl kulluk yaptığını iddia eden bende kıvam noksandı. Allah Teâlâ, kendi adı anıldığı zaman kalplerinin titrediğinden, fokur fokur kaynadığından bahsediyordu Mü’minleri tarif ederken. Oysa ben böyle bir hâli hiç yaşamamış, tadamamıştım. Bu düşünce bana çok ağır geldi. Rabbim herşeyi gören ve bilendi. Onun huzurunda, o anki utancımı tarif edemem. Kendim, kendi gözümde o kadar küçüldüm, o kadar küçüldüm ki, bir pire kadarcık dahi varlığım kalmadı.
Rabbimi, Habib-i Ekremini ve Onların sevdiklerini ve Onları sevenleri sevdiğimin iddiasındaydım onca yıl bir Müslüman olarak. O kadar çok Allah adını söylemişti ki şu dilim…
Anladım ki dil, mâna cihetiyle hem ağız içerisindeki bir uzvu ifade etmekteydi hem de gönül anlamına gelmekteydi. Ben ise sadece ağızdaki bir uzuvla o Lafza-i Celâl’i söylüyordum. Şimdiye kadar kalp ocağına koyamamıştım kıvam bulması için onu. O ocağa onu bir koyabilseydim, gönle düşen aşk ateşinin koruyla pişecek, kaynayacak ve nihayetinde, Allah demenin tadına varabilecektim.
Bağışla Rabbim, varamadım…
Öyle yanıyorduki içim, hemen abdest almaya koştum; belki o yangını biraz söndürür ümidiyle. Seccademin başına geçtim, iki rekat namaz eda ettim. Şükür secdesine vardım ama o secdede kalakaldım. Tekrar hıçkırıklara boğuldum!
İşte o an dilim sükuta ermiş gönlüm niyaza durmuştu sanki; ağaçlar kalem denizler mürekkep olsa hazinesini saymaya imkân ve hudut çizilemeyen Yüceler Yücesi merhamet sahibi Rabbim! Noksanımı gösterip idrak etmemi lutfeden Sensin! Tüm hata, kusur ve günahlarım Sana âyan. Senden başka liman yok ki, dalgalı bir denizde yol alan küçücük bir tekne misaliyim, kime, nereye sığınayım. Sen ki bilmektesin kalbimdekini, Sen ki bilmektesin dile getiremediklerimi.
Ey Yüce Rabbim! Sen ki ana-babaya of! bile demeyiniz, buyurdun. Ben de emrine itaat ettim, teslim oldum. Ana-babama bir kerecik olsun, of! demedim, onların gönüllerini incitmedim. Yalvarıyorum Rabbim, şu amelim hürmetine, kalpleri imanlı ağızları dualı ebeveynimin Sana olan teslimiyet ve muhabbetleri hürmetine, ayaklarımı dinin üzere sabit kıl, kaydırma! Emanetin olan son nefesimi almazdan evvel, n’olursun, son bir kez adını anayım ve kalbim titresin, kaynayan bir su misâli aşkınla içli içli yansın, fokurdasın! Amin, amin, Yâ İlahî! Bi-hürmeti Bahr-i Rahmet (aleyhisselâm)!
Comentários