HİDAYET
Esteuzibillah; vettekullah, ve yuallimukumullah, vallahu bi kulli şey'in alim. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. (Bakara,2/282.) Cenabı Haktan korkuyu özellikle de çocuklarımıza anlatırken bir mahlukattan korkar gibi anlatmayacağız. Biz bu korkuyu saygı olarak ifade edip öyle anlatacağız. Cenabı Hak biz bütün kullarını severek yarattı ve terbiye edip üstün sıfatlarla donattı. Meziyetlerin saymakla bitiremeyeceğimiz bir kulu onu yaratan rabbinden bir mahlukattan korkar gibi asla tanıtamayız tanıttığımız zaman Cenabı Hakka hakaret etmiş oluruz.
Biririnin malına, saltanatına veya onun otoritesine saldırarak onu paylaşmak istersek saldırıya uğrayan taraf onları vermemek için gücünü kullanır. Biz ne yaparsak yapalım Allahu teâlâ'nın otoritesini, gücünü paylaşamayız. Öyleyse Allahu teâlâ kullarım benden bunu alacak diye bize saldırgan olmaz. Saldırganlık menfaatin kaybı söz konusu ise olur. Allahtan haşa öyle bir mahlukattan korkar gibi korkulmaz ancak saygı duyulur. Bizim dedelerimiz ninelerimiz bizlere aktarırken bir mahlukattan bir öcüden korkar gibi aktardılar. Allah seni yakar, Allah cehennemine atar diyerek korkuttular. Bu Rabbimize hakarettir. 99 esmai hüsnasının içerisinde tam 92 si rahmettir 7 sinde ise adaletin gereği celaletini görürüz. O da mülkün üzerindeki adaleti tesis etmek içindir. Allahtan korkun yani saygıya dayalı bir korkuyu oluşturun. Allah size öğretir bu kadar açık net ve kesin. Bu âyeti celileyi tefsir sadedinde hadisi şerifte buyurulur ki; Bildikleri ile amel edene Allah bilmediklerini öğretir. Yeter ki biz bildiğimizi cenabı hakka saygı duyarak amel edelim. Bizim o bilmediğimiz bilgileri hiç ummadığımız yerden kapı açar öğretir. Bir hadisi kutside Cenabı hak; yaratıcı olarak kim bana kavuşmayı benim bütün zati subuti lütuflarıma mazhar olmayı talep ederse beni bulur. Yani daha iyi anlayabilmemiz için kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım, buyurur. Cenabı hak Kaf suresinin 16. âyetinde biz ona şah damarından daha yakınız. Buyuruyor. Bu yakınlık fiziki bir yakınlık değildir. Bundan dolayı burası akait konuşu burayı mecburen biraz açmamız gerekiyor açarken önce 2 ayete bir bakalım;
Saffat suresinin 96. ayetinde esteuzibillah; sizide işlerinizi de yaptığımız bütün fiilleri yaratan Allahtır. Bu akaidin temelidir. Cenabı hak sizi bütün canlıları ve sizin yaptığınız bütün işleri yaratan benim diyor. Bu manayı tam karşılamış olmasa da daha iyi anlaşılsın sadedinde Zümer suresinin 62.ayetinde rabbimiz buyuruyor ki; Esteuzibillah; her şeyin yaratıcısı Allah'tır. İşte bu 2 ayetten bizim önümüze akait olarak şu gerçekler çıkar; Biz kalpten niyet ederiz murat ederiz. O niyetimiz ve muradımızı gerçekleştirmek için hareket ederiz. Bu hareketlerin hepsini Allah yaratır. Öyleyse ölü veya diri hiç kimse bu yaratma konusunda bir tesire sahip değildir. Mezardaki evliyaullah için şuraya geldi şunu yaptı bunu yaptı dediğimiz zaman bu 2 ayete göre yargılansa müslümanların yüzde yetmişi küfre gider. Akaidi bilmek buna dolayı farzı ayındır. Rabbimiz o mezardaki kişinin ruhuna talebimizi ulaştırılırsa onun haberi olur. Yoksa bütün dünya bir araya gelse sesini duyurmak istese o kabirdekine duyuramaz. Bundan dolayı vefat etmişlerin de yaşayanlarında böyle bir tercihleri ve gücü yoktur. Allah lütfederse onlar bir sebep olur.
Cenabı hak 3 tevhit üzere bildirilmiştir. Tevhidi efal, tevhidi fiil, tevhidi sıfat. Bunları açıklayacak olursak. Cenabı Hak bu sıfatları gizlemiştir yeryüzündeki bütün canlıların hareketi bu 3 sıfat etkinliğinde ve tercihlerinde yürür. Gizlediği için biz Ahmet yaptı, Mehmet yaptı, falan söyledi falan vurdu diye suçluyu da suçsuzu da birbirimize atfederiz. Ama asıl bizim o hareketlerimiz görünmeyen tevhidi efalin müştemilatıdır. Eğer Rabbimiz bir kişiye tevhidi efali, tevhidi sıfatı, tevhidi zatı lütfetti ise buna muhavit denir. O zaman Salih ameller işleyeceğiz, gizli açık zikirlerimizi yapacağız ,peygamberlerin ve Kamil velilerin izlerini takip edeceğiz. Bunların neticesinde rabbimiz tevhidi zâtı ile müşerref ediyor. Muvahitlik makamı nasip oluyor. Rabbimiz o zaman bizi tekrar insanoğlunun içine döndürerek insanları doğru yola terbiye etmek yani onları irşat etmek için görevlendirir. Yoksa muvahitlik makamını elde edemeden ben insanları irşâd edeceğim demek çok yanlıştır.
Nisan 1999 da beraber çalıştığım okulda bir öğretmen arkadaşım o yıl tayin Adapazarı’na istediler. Eskiden yeni yerde göreve başlamak için Yeni görev yerinin valisi talep edecek önceki çalıştığı ilin valiliği de onay verecek ancak öyle tayin yapılıyordu. Önceki çalıştığı yerde öğretmen yetersizliği olursa valilik ona müsaade etmeyebiliyordu. Bu yetkiyi kullanarak Kahramanmaraş valiliği onların tayini çıkmasına rağmen gitmelerine onay vermedi. Ancak bizim arkadaşlar önceden Adapazarından evlerini tutmuş hazırlıklarını tamamlamışlardı. Fakat son anda gidemediler. İşte bu yaşanılanların kapsamı tevhidi efaldir. Nihayet aradan 4 ay geçti. 17 Ağustos depremini yaşadık. Deprem esnasında oradaki tuttukları dairenin olduğu koca apartman yerle yaksan olmuş, taş üzerinde taş kalmamış. İşte burası da tevhidi sıfattır. Allahu teala sıfatıyla o depremler halk eyler. Bunların oraya gitmesine Valilik veya Milli Eğitim mani oldu gibi görünse de mani olan aslında Rabbimizdir. Çünkü yaşayacakları ömürleri var, belki ilerde insanoğluna hizmet edecek geleceği parlak çocuklar yetiştirecekler, kendileri ne fıtratla ne hikmetle yaratıldılar ise İşte bu da Tevhidi zattır. Görüyoruz ki bu tevkifat yani bize sunulan bir belli özgürlük alanı var ama bunun üstünde tevhidi sıfat var, tevhidi zât var biz bütün bunları bilmeden kendi kendimize çocukça hareketler yaparsak zararlı oluruz.
Küçük bir çocuk düşünün hastalanmış ve iğne yapılması gerekiyor. Çocuk iğneyi görünce korkar ağlar kaçmaya çalışır annesi elini tutar babası ayağını tutar iğneyi yapacak kişi de iğneyi yapar. Çocuğa göre anne de suçlu baba da suçlu iğneyi yapan zaten suçlunun suçlusu. Fakat hepimiz biliyoruz ki yapılan iğne onun için hayırlı olacak. Onu iyileştirecek. Dünyadaki dönen bütün olaylar aynı bu misal gibidir. Biz olaya tevhidi efaldaki hürriyetimize baktığımızda ‘’ya bu yanlış, bu zararlı, bu olumsuz bunun sonu hayırsız deri yorum yaparız. Tevhidi sıfata yükselsek yaptığımızın yanlışlığını anlarız. Tevhidi zâtla müşerref olsak hikmetini görürüz. Oradaki söylediğimiz sözlerden utanır, sıkılırız.
Bakara Suresi 26. Ayeti celilede Rabbimiz buyuruyor ki Esteuzibillah; Allah, hakikatleri beyân için bir sivrisineği, hatta küçüklük ve kıymetsizlikte ondan daha aşağı bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler, bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu hemen bilirler. Kâfirler ise: “Allah böyle bir misal ile ne demek istiyor, acaba?” derler. Allah onunla bir çok kimseyi sapıklığa düşürür, yine onunla pek çoklarını da doğru yola hidayete erdirir. Aslında Allah, onunla ancak fâsıkları sapıklığa düşürür diyor. Bu bir imtihan hidayette mi kalacak kişi sapıtacak mı ya da imanı henüz oturmamış ise kalbin derinliğine bir anda hemen irtidat mı edecek?
1-Tıpta en hassas iğne şeker hastalarına kullanılır. Onların vücudu günde 7-8 defa deliniyor, kan alınıyor. Onlardan kan almak için kullanılan iğne çok hassas çok ince ve en az zarar veren iğne ile delinir. Fakat buna rağmen ciddi bir acı verir. Ama sivrisinek bizim vücudumuzu bir kılla deler. Böyle bir sineği tutun büyüteç ile büyütün kıl gibi delen boruyu zor görürüz. Onunla vücudumuzu deler metalin verdiği acının binde birini bile duymuyoruz. Teknoloji aya çıkmış, gezegenleri geziyor. Ama hala bir damarı sivrisineğin deldiği kadar hassas derecede alet yapamamış. İşte Cenabi Hak örnek verirken böyle verir. Kudretini böyle sergiler.
2. Firavun ben hepinizin Rabbiyim diyordu. İlginçtir ilahlık taslayan hiçbir zalim ben sizin Allahınızım diyememiştir. Allah ismi ismi hastır. Yani bizim Türkçemizde özel isim dediğimiz bir şeydir. Hiçbir kafir ben Allah'ım diyememiştir. Cenabı o ismini korumuştur. İşte firavun ben sizin rabbinizim diyordu. Ama Cenabı Hak kanadının biri kopmuş ayağının birisi topal bir sivrisineği burnundan beynine girdirdi. Onun beynini yemeye başladı. Beyni yenildikçe sancıdan duramayan Firavun tokmakçı tuttu. Tokmakçı ağrı arttıkça vuruyordu, hızlandırır, hızlandırır diyordu. Nihayet sinek o gün yemeyi bırakınca ağrı kesiliyordu. Firavun tokmaktan kesildi zannediyordu. Aylarca bu devam etti en sonunda ağrı öyle şiddetlendi ki tokmakçıya bütün gücünle vur deyince beyni parçalandı. Bu ayetin ağır imtihanını görünce bir müslüman şu duayı her gün yapmak zorunda. Çünkü yüce peygamberimiz her gün yapmıştır. Allahumme sebbit kalbi ala din. Ya Rabbi benim kalbimi islam dini üzerine sabit kil. Amin
Ankebut Suresi 69. Ayeti kerimede Yüce rabbimiz Esteuzibillah; Velleżîne câhedû fînâ lenehdiyennehum subulenâ ve-innallâhe leme’a-lmuhsinîn. Bizim uğurumuzda mücahede edenlere gelince elbette biz onlara yollarımızı gösteririz ve şübhesiz ki Allah her halde muhsinlerle beraberdir. Bizim uğrumuzda yani cenabı Allah cihadı kendi adına yapmış kabul ediyor. Rabbimiz cihat ibadetini kendi adına yapmış kabul ediyor.
Cihada kısacık giriş yaparsak. İnsanın bir dışına dönük yaptığı cihat var, bir de içine dönük yaptığı cihat var. Zahiri ve batini cihat. Dışa dönük dediğimiz zahiri cihat 6 alanda olur.
1. Din düşmanlarına ve kafirlere karşı yapılan savaş. Hac suresinin 78. ayetinde Cenabı Hak bunu şöyle buyurur. Bizim yolumuzda cihat ediniz. İşte Bu cihadı yapanların hiçbiri bu rahmetten mahrum olmaz.
2. Dine yardımcı olmak. Dinimizin azizliği için bir araya gelip cemaat şuuru oluşturmak. Çünkü dinimizin şiarını, bayrağını dalgalandırmakla o bayrağı tutan ellerden bir el oluyoruz. Bu da bizim imanımızın şiarıdır.
3. Kâfirlere, fasıklara, münafıklara, din düşmanlarına karşı dinimizin her ayetini, delilini ve hikmetini ortaya koyarak onlarla kalemle mücadele etmek. İmam âzam, imam malik, İmamı hanbel, İmam şafi, bunların dışında 12 tane imam daha var. Şimdi her birisi bizim dinimizin bu ayetlerine ömürlerini vermiş, hem inanç yönümüzü hem amel yönümüzü tane tane gergef gibi işlemişler bundan dolayı onların yaptığı iştihadi manada bir cihattır.
4. Zalimlerin kökünü kazımak. Buna belki bizim elimizle müdahale olmamız mümkün değil. Zalimlerle mücadele bizim adımıza yapan güçler var. Bizim yapmamız gereken O zalimleri sevmemek. O zulmü ve zalimliği akrabamdır, yakınımdır demeden zulmü kim yapmışsa onu reddederiz.
5. İyiliği emredip kötülükten alıkoymak. Bizim burada ikinci bir fiilimizde budur. Cihadın ikinci unsurunu da burada işlemiş oluyoruz. Birbirimize olan dayanışma sayesinde iyiliklerimizi artırıp nefsimizin kötülüklere karşı direnmesi için birbirimizden güç alıyoruz.
6. Serhatlerde yani sınır boylarında müslümanların ırzını, namusun, vatanını ve dinini korumakla görevlendirilen mücahit askerlerimizle birlikte olmak. Nasıl birlikte olacağız? Her zaman askerlerimizin yanında olabilir miyiz? İşte burada bize sorumluluk düşüyor. Eğer birlikte olmazsa cihat etmemiş oluyoruz. Onlara her gün gece dua etmeliyiz. Gündüz duaları pek samimi olmaz. Bir şekilde gece dua olmadıysa sabah olmalı. Sabah islam diyarlarını korumak için sabahlara kadar nöbet tutup, çatışan askerimize, polisimize dua yapmak zorundayız. O zaman onlarla birlikte olmuş oluyoruz.
Bir hadisi şerifle bunu taçlandıralım. Hazreti peygamberimiz en büyük savaşlarından Tebuk Savaşında Medine'den Suriyenin Tebük denilen kasabasına yaya geliyor. Orada buyurdular ki; Şu an Medine'de öyle kimseler var ki onlar gelemediler ama onların gönlü bizimledir. Bu kişiler bizim kat ettiğimiz her mesafeyi, yürüdüğümüz her adım, infak ettiğimiz her şey, çektiğimiz sıkıntı ve açlıktan alacağımız her mükafat gibi onlara da mükafat vardır. Onlar şuan aramızda değiller ama onların özürleri var. Kimisi ihtiyar olduğundan yol yürüyecek kadar takati yok, kiminin rızkını temin edeceği çoluk çocuğu fazla onun için gelememişler. Bunlar sefer hazırlığı sırasında özürlerini canı gönülden peygamberimize ifade ederek savaşa gitmekle Medine de kalmak arasındaki kararı Rasullah’a ağlayarak tevdi etmişlerdi. Resulullah’ta Medine’de kalmalarını karar buyurmuşlardı. Onlar gelemedi. Niyetleri samimi gelmeleri yönündeki arzularını biliyoruz. Ama kalmalarını uygun gördük diyor. Demek ki bizde Serhatlerdeki islam diyarının gözü kulağı olan askerimize, polisimize manevi beraber olmak zorunluluğumuz işte bu temele dayanır.
Batini cihat ise içimizdeki nefisle oluyor. Çünkü insanoğlunda sorumluluğu verdiği karara göre değişen Akıl var. Sorumluluğu aldığı etkiye göre değişen Kalp var. Sorumluluk derecesine göre değişen Ruh var. Ama bir nefis var ki bunların üçüne de meydan okur. Vücutta otorite benim der. Bundan dolayı insanoğlunun yargılanacak alanı nefistir. Cehennemde yanacak olan alanımız da nefistir. Suç işleyen odur, cezayı çekecek de odur. Akıl ruh ve gönül ceza çekmezler. Bundan dolayı nefsin olumsuz isteklerini reddetmemiz en büyük cihattır. Nefisle yapılan cihat yukarda saydığımız 6 zahiri cihatın hepsinden ağır gelir. Eğer cihad'ın bu büyük alanını bu cehdi bir başarabilirsek, O zaman kul muvahit dediğimiz Tevhidi zâtı ile müşerref kılan vuslat ile ödüllendirilir. Çünkü bu cihatın nasıbi vuslat ikramıdır.
Leyl Suresi 12. Ayeti Celilede Rabbimiz Esteuzibillah; İnne aleyna lel huda. Şüphesiz bize düşen sadece hidayeti göstermektir buyuruyor. Allahu teala her kuluna Hidayet yolunu gösteriyor. Yani hiçbir kul ahirette rabbimize suçlayarak Ya Rabbi ben yolumu bulamadım, şaşırdım, doğru mu eğri mi karıştırdım, hangisi doğru itimat edemedim diyemez. Cenabı Hak her kula Hidayet yolunu gösteriyor ki hiçbir kul orada bahane ortaya koyamaz.
Tekvir suresi 26. Ayette Cenabı Hak, Esteuzibillah; Fe-eyne teżhebûn(e). Nereye gidiyorsunuz? Hani bir insan yolu şaşırınca arkasından yolu bilen birisi bağırıyor. Hey! nereye gidiyorsun sen yolunu şaşırmışsın. Aynı minval üzere rabbimiz bir kulun diğer kuruluna hitabında benzer bir hitapla uyarıyor. Ben bu kadar hidayeti gösterdiğim halde Hidayet yollarını apaçıkken deliliyle, arkadaşıyla, dostuyla sana duyurduğumuz halde hala sen nereye gidiyorsun?
Nisa suresi 176. Ayetinde Cenabı Hak; Allah size saparsınız diye açıklar. Buyuruyor. Yani ana yoldan saparsınız, sizin nefsiniz saptırır ama sapmayın onun için böyle açıklar. Yine bakara suresi 120. ayet ve Ali imran suresi 73. Ayette Gerçek Hidayet Allah'ındır, hidayete eriştirecek de odur buyurmakta.
Hidayet nedir?
1.Doğruluk Yani bir insan çok doğru, dürüst ise şükür hidayettedir. Ama yetmez beşi bir olduğunda mütekamül bir Hidayet oluyor.
2. Allah'ın peygamberine verdiği nuru görmek. Onun için peygamberimizin izini adım adım takip ederek, sünneti bilecek hadisi şerifleri bileceğiz ki bu nuru takip edebilelim. Sünnet iyi bilmezsek nasıl takip edeceğiz.
3. Hayıra iletilmek. Yani yapageldiğimiz amellerimiz hep hayır içeriyorsa demek ki rabbimiz bizi nereye gidiyorsun diyerek kurtarmış, hayra yönetmiş, hayır içinde kanalize etmiş.
4. Hakla batılı ayırt edebilecek bir ferasete sahip olmak. Her insanın aklı yanlış ve doğruyu bilmesine rağmen, ne oluyor da biz insanlar bunu bilemiyoruz. Aklın onca nurani gücüne rağmen nefsin tesirinde kalıyoruz. Nefis Hakka hak demez bilir onun hak olduğunu ama diyemez. Nefsinin tesirinden kurtulup o yedinci cihadı başarabilirsek o zaman akıl nefsin tesirinde kalmaz. Her zaman doğruya doğru, yanlışa yanlış der.
5. Delalet yolunda olanları bilip onların içinden uzak durmak. İşte bunu beş şekli üst üste koyduğumuzda Hidayet oluyor. İmana bütün insanlar davetlidir. Hiçbir münafık kâfir Cenabı Hak girmek istediğimde benim önünü kapattı diyemez. Kıyamete kadar bütün insanlar davetlidir. Hidayet İmanın üstüne bina olur. Eğer kişide iman varsa ona Allahu teala Hidayet ile yardım eder. İman yoksa o kula Hidayet etmez. İman olmadan kişinin hidayete elde etmesi mümkün değil. Rabbimiz hidayeti, iman eden her kuluna gösterir.
Hidayet'in bir Vehbisi, bir de kesbisi var. Mesela peygamberlerin hidayeti; Vehbi hidayettir, bu çalışarak kaznılamaz. Bizim çalışmamızla gayretimizle Allahın bize nasip ettiği hidayete Kesbi Hidayet denir. Önce müslüman olacağız sonra imanımız olacak, sonra gayretimiz olacak. Bu kapı her kula açıktır. Kimseye doğuştan evliyalık verilmez. Kim çalışır ona nasip edilir.
Son bir örnek; Hazreti Ömer Efendimizin devlet Başkanlığı döneminde dünya tarihinin en önemli savaşlarından biri olan Yermük Savaşı olmuştu. Bu savaş esnasında İnanılmaz bir Hidayet örneğin göreceğiz.Savaş alanında Hazreti Ömer Efendimizin gönderdiği 25 bin kişilik islam ordusu ile 240 bin kişilik Bizans ordusu vardı. Hz. İkrimenin (ra.) de şehit olduğu öyle bir savaş oldu ki Bizanslılar o günden sonra yıkıldılar. Bizans darmadağın olmaya başlayınca barış için elçi gönderdiler. George isminde bir general elçi olarak beyaz bayrakla görüşmeye geldi. Kendisini Ebu Ubeyde Hazretleri karşıladı. Hazreti Ömer Efendimiz savaş esnasında o ana kadar ordunun başındaki Hazreti Halid bin Velidin yerine Ebu Ubeyde bin Cerrahı getirdi. Savaş bu ikisinin komutasındayken George, Ebu Ubeyde bin Cerrah Hazretlerinin efendiliği karşısında çok etkilendi. Bir süre önce ordu komutanlığından azledilmiş Seyfullah dediğimiz Hazreti Halit bin Velit ise komutanlıktan alınmasını içerlemeden o kadar cana yakın davranıyor ki birde bundan etkileniyor. Tam vardığı esnada bakıyor ki islam ordusu savaş düzeninde namaz kılıyor. George Namaz kılınma hadisesini görünce; Ben anlaşmadan vazgeçtim müslüman oldum geri dönmeyeceğim diyor. Hazreti Halit Efendimiz hayır diyor fiziken git anlaşma metnini ver ben bir şey unuttum diye geri gel. Yoksa bunu istismar ederler. Orada zorla Müslüman etti derler. Korkudan Müslüman oldu derler. Böyle dememeleri için metni götür ver geri gel dedi. Savaş tekrar başladı. George hiç ibadet yapmadan şehit oldu. İşte Hidayet böyle bir şey.
Aynı savaşta Büyük komutan Hazreti Şurahbil de vardı. Buraları bize vatan etmek için ta Medine'den gelip Serhatte adeta sancak olmuş bu mübarek zatın türbesi kilis’tedir. Bir kere Müslüman gidip ziyaret edemiyorsa yazıklar olsun. Türkiye'de çoğu müslümanın o komutanın kilis'te olduğunu bilmiyor. Yine Eski adıyla Gavurdağı yeni adıyla Nurdağı bir adıyla kömürler dediğimiz Gaziantep'in bir ilçesi var. Oranın zirvesinde Hazreti peygamberimizin eline bir odunu verip de kılıca döndüğü büyük askeri komutan Hazreti Ukkaşe var. Bir kere olsun uğrayıp ziyaret etmeyen Müslümanlara elbette hakkını soracaktır. Hz. Ömer Efendimizin Medine'den Ya Sariye Cebele diye bağırdığı o dağ Nurdağıdır. Dağdan gelen pusudaki düşmana oradan bağırmış Nurdağı'nda duyulmuş. Savaştan sonra Medine'ye dönen askerlere sorulduğunda Hazreti Ömer Efendimizin sesini orada yankılandığını ve pusuyu gördüklerini söylemişlerdi. Hazreti Okkaşe o pusuda şehit edildi ve oraya defnedildi. O dağın başında ülkemizi bekliyor. Hazreti Ömer Efendimiz bu zafer kazanıldığında şükür secdesi yapmıştır. Demek ki bizde lütuflar karşısında şükür secdesi yapmamız gerekiyor.
Subhaneke Allahümme illa ma allemtena inneke entel alimul hakim. sadakallahul azım. Subhansın ya rab senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin. Amenna ve saddakna velhamdülillahi rabbil alemin…..EL FATİHA.
Comentários