top of page

ALLAH VE RASÛLÜ’NÜ SEVENLERİ ANMAK CİLADIR KALBE


Ey Yolcu! Rabbimizin üzerimizdeki nimetlerini saymaya kalksak, sayabilir miyiz sence! Sayabiliriz diyen, edebe aykırı davranmış olmaz mı? Söyleyebileceğin üç beş nimettir ki, Rabbinin sınırsız ikramına bir sınır çizmek yakışır mı kula?

El-Hayy olan Rabbim, hayat bahşetti de bir sabaha daha gözlerimizi açmak nasip oldu bizlere. Kendisine kulluk edebilmemize, hata ve kusurlarımızdan, gaflet ve acziyetle işlediğimiz yüzümüzün karası günahlarımızdan pişmanlık ile af ve mağfiret dileneceğimiz vakit lütfetti bize. Bu, O’nun bizi kendisinin lütuf, ihsan ve kerem sofrasına daveti değil mi sence de?

Şimdi gel, samimâne bir nasûh tevbesiyle huzura varalım. Sonra mı? Sonrası artık biz sükut edelim, bu Kutlu Kervan’da bizden önde gidenlerin hatıralarını yâd edelim. Onlar ki, hürmetle, muhabbetle ve dua ile her daim anılması üzerimize gerekli kılavuz hükmündedirler. Onları anmak, âdeta dile sürülen bal misalidir. Dili tatlılaştırır. Dahası kalbe çekilen cila misalidir onların anılması. Güzeller Güzel’i Mustakim Kılavuz’un ardından edep ve teslimiyetle gittikleri için kalp onları anmakla cilalanır. Böylelikle de kalp aynasına daha çok tecelli yansır, Bundan sen kaybetmezsin, aksine kazanırsın. Zira bir günü bir gününe eşit olanın ziyanda olduğunu haber veriyor ya hani Rasûl-i Zîşân (aleyhisselâm)! Düne göre bugün kazancımızı artıramazsak vay halimize!... Onları edep, hürmet ve muhabbetle dile getirdikçe, gönle her düştüklerinde rahmet ve dua ile andıkça inşallah manevi açıdan da kazanacağız. Bundan şüphe niye duyalım ki!

Bundan gayrı sözümüz onlar üzerine olsun. İster kıssa, ister menkıbe veya nükte denilsin adına, farketmez. Onların hayatlarına dair bir hatırayı paylaşacağız artık yolumuz bitene kadar. Daha doğrusu şu can emanetini, Sahibi geri isteyene kadar. Anlatılanlardan bizler ibret alacağız, hisse çıkaracağız. Bu Kutlu Yol’da senden sonra geleceklerin seni hayır ve dua ile anmalarını istemez misin? O halde önce sen onları hatırla ki, Rabbin seni de unutturmasın senden sonrakilere.

Aman ha, kulağını dört aç ve beni güzelce dinle! Gönlüne de mukayyet olasın! Zira onların ruhaniyetleri huzurunda da edepten geri durmak yakışmaz muhabbet iddiasındakine.

Hayırlar feth olsun şerler def olsun, haydi bismillah…

Geçmiş zaman, İstanbul’da bir tabib şöyle anlatıyor bir “avcı” hikâyesini:

Çok sevdiğim birkaç arkadaşım vardı. Onların Şeyh Es’ad Erbilî Hazretleri’ne bağlı olduklarını duyuyordum.

Günlerden bir gün bana gelerek;

- Bizim bir pederimiz var, hasta. Seni onu muayene etmeye götüreceğiz, dediler.

- Olur, dedim. Birlikte gittik. Hacı Baba yatağın üzerinde oturuyordu.

- Hacı Baba, neren ağrıyor, dedim.

Eliyle “şuram ağrıyor” diye gösterdi. Kulaklığımı çıkarıp gösterdiği yeri dinledim. “Allah… Allah… Allah” sesleri geliyordu. Şuram ağrıyor deyip de neresini gösterirse, “Allah… Allah… Allah” zikri duyuluyordu.

O an kalbimde müthiş bir heyecan ve çarpıntı hissettim. Ve ağlayarak, “Efendim! Hasta siz değilsiniz. Hasta olan benim” dedim. Ellerine sarıldım ve bir daha da bırakmadım.

Ne muhteşem değil mi Ey Yolcu! Maharet sahibi avcı, avını tâ ki ayağına kadar getirdi. Sonrasında muhabbet okuyla tam on ikiden kalbinden vurdu.

Âh ki ne âh…!

Söylesene be Yolcu… Bizim avcımız kim ola ki?... Biz ki, hangi mahir avcının avı olmak için nefes almakta, adım atmaktayız acaba? Ya da nasibimiz var mıdır ki av olmaya? Ya Hafîz (Celle Celâluhu)! Bir avcıya av eylemeyeceksen bizi, ne olursun şu kıssadaki avcı hürmetine leş olmaktan da muhafaza eyle! Amin…

Bir avcı beni avladı

Aşk şarabından tattırdı

Ben ki tabibim, hastaya koştum

Meğer dertli benmişim, dermanımı buldum.

23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page